Beş vakit namazını kılan, hacca gitmekle yetinmeyip, arada sırada umre de yapan, bayramda, ev yaptırdığında, altına araba çektiğinde kurban kesmeyi ihmal etmeyen, evi-barkı, kurulu düzeni olanın hâline şükretmekten gayri ne derdi olabilir... Ve kendisi gibi olmayanları, Allah’ın şükürsüz, isyankâr kulları olarak itham etmesi kadar bir Türkiye gerçeği başka ne olabilir... Sözkonusu milliyetçilikse en yüksek perdeden vatan, din, bayrak ve milliyetçilik nutukları, Atatürkçülükse sözkonusu yine en üst perdeden Atatürkçü nutuklar, antlar ve marşlardan öte başka ne istenebilir ki...
İşte sana hizmet: Her kesim kendince üzerine düşeni yapmıştır. Sizin anlayacağınız; herkes “ben söyledim” havasında. Bunun bir başka izahı; “Şeytan taşlamaktan namaz kılmaya vakit bulamamaktır.” Övgüler, ağıtlar, destanlar, menkıbeler ve ritüellerden ibaret bir “vatanı muassır medeniyetler seviyesine çıkarma” ya da “asrın idrakine Türk’ü söyletme” serüveninin neticesi, bağrında yaşadığımız Türkiye’dir.
İslâm’ın hak din olduğu, haksızlığa karşı sesini yükseltmeyen bizim hak yolda olduğumuza delalet etmediğini, şanlı tarihimize sığınmanın, Oğuz gibi, Fatih gibi, Atatürk gibi büyüklerimize methiyeler dizmenin bizi çağdaş medeniyetler seviyesine taşımadığını ve bu gidişle asrın idrakine ve zamanın ruhuna söyleyecek sözümüzün olamayacağını artık idrak etmemiz lazım.
Biz vatanın bu hâlinden memnun değiliz. Türkiye büyüklüğünde bir derdimiz var bizim. Her taraf camiler ve hocalar, okullar ve öğretmenler, üniversiteler ve öğretim üyeleriyle doluyken; bürokraside bu kadar imza, mühür, noter, kanun, kurala ve bunca idealist kadrolara sahip “Milliyetçi”, “Atatürkçü”, “İslamcı”ya rağmen niçin milletler yarışında tökezliyor ve gerilerde kalıyoruz? Minberde söylenen, kitaplarda okutulan, meydanlarda vaat edilen niçin tutulmuyor, günlük hayatta karşılık bulmuyor? Bu sorulara cevap arıyoruz.
İtalyan devlet adamı ve yazar Massimo d’Azeglio’nun (1798-1866), “İtalya’yı inşa ettik şimdi sıra İtalyanları inşa etmekte” sözü, cumhuriyetimizin 100. kuruluş yıldönümünde, Atatürk’ün liderliğinde başlatılan, yeni bir Türkiye inşası için şöyle uyarlanabilir: Dağılmış Osmanlı İmparatorluğu’ndan bir Türkiye inşa ettik. Şimdi sıra Türkleri/milleti inşa etmede.
Bugünün şartlarında eleştireceğimiz birçok tarafı olsa da, cumhuriyetin ilk yıllarında bir milleti yeniden inşa etmek için seferber olan bir kadro ve verilen bir mücadele var. Bu inşa dönemi zamanla akamete uğradığından, bugün inşası yarım kalmış bir millet manzarasıyla karşı karşıyayız. Bir başka ifadeyle; kuvveden fiile geçemeyen kriterler, eğitimi yarım kalmış bir toplum demektir.
Millet inşasının hamaset nutuklarıyla olamayacağını cumhuriyetin yüzüncü yılında gördük.
Cami minberinden meclis kürsüsüne varıncaya dek, millet olma yolunda dile getirilen kriterler, kurallar, ahlâki değerler, ya sadece beyaz sayfalarda yazı olarak, ya da seslendirilmiş laf olarak kaldığından, kuvveden fiile geçemedi. Hedeflenen toplum düzenini oturtamamızın başlıca sebebi bu olsa gerek.
Çağdaş bir toplum olabilmenin bir başka kriteri, çoksesliliktir. Çokseslilik düşünmeyi, araştırmayı, demokratik çoğulculuğu ve şeffaflığı getirdiği gibi vatandaşla devlet arasındaki güven bağını güçlendirir.
Farklı fikirlerden hakikat doğar. Biatçılığın olduğu yerde yolsuzluk, adam kayırmacılık ve fikir yoksulları vardır. Bir daha söylemek gerekirse; kurallara itaat edildiği gibi, fikirlere de itaat edilirse, seninle aynı fikirde değilim, diyecek insan çıkmaz. Biz, kendi koyduğu kurallara itaat etmezken, bize empoze edilen fikirlerin itirazsız taraftarı olduk. Bizi yetmiş iki fırkaya bölenlerin kendileri yetmiş iki fırkadan bir millet yarattılar.