Dünya küçüldükçe biz büyüdük. Bunun farkına varamayan, yaşadığı çağın gerisinde kalmıştır. İletişim ve ulaşım araçlarının bugünkü seviyeye ulaşması neticesinde bu imkânı kullanabilenler için dünya küçülmüştür. Küçülen ya da küreselleşen dünyada New York’taki gençle Berlin, İstanbul hatta Iğdır’daki gencin ayakkabı markası ve saç tıraş modeli hemen hemen aynı olduğu gibi, kullandıkları cep telefonları da aynı... Görünürde ve tüketimde onlardan geri kalır tarafımız yok ama üretimdeki açığı bir türlü kapatamıyoruz:
Onlar kendi ürettiklerini tüketiyor, biz de onların bize sattıkları teknoloji imalatını tüketiyoruz.
İnanılır gibi değil... İsrafı haram kılan bir din kültürünün hâkim olduğu toplumda, bu denli tüketim alışkanlığının sebep olduğu sosyo-psikolojik arızaları sahanın uzmanlarından dinlemek lazım.
Yanı başımda açık olan radyodan dinlediğimiz müziğe ara verilip reklamlara geçildiğini, kışlık araba lastiğinin taksitle satış reklamını duyunca anladım. Çok uzun zaman yurtdışında kalmış olmanın meydana getirdiği boşluktan olsa gerek, biraz tuhafıma gitti doğrusu. O anda içimde oluşan tepki, “Araba lastiğini taksitle almak mecburiyetinde kalan bir tüketici durumuna düşmemek için ben olsaydım bu araba sevdasından vazgeçerdim” şeklinde oldu.
Muhtemelen bu bakış açısı, Almanya gibi bir sanayi toplumunda yaşamış olmanın bizde bıraktığı bir özellikti. Sanayileşmiş ülkelerle kıyaslanamayacak kadar Türkiye’de çok banka olduğunu ve yine reklamlarda tüketim kredisi vermek için birbiriyle yarışan bankalar dikkatimi çekiyor. Ürettiğinden kat be kat fazla tüketen bu topluma, hesapsız kitapsız tüketmeye değil, tasarruflu olmayı ve daha önemlisi, üretmeyi öğretmek gerek! Dikkatimi çeken ve her ortamda dile getirmekten geri durmadığım bir başka konu da sanayi toplumların ortalamasının üzerinde, perdesinden koltuğuna değin, bir ev mobilyası savurganlığıdır: Gereğinden fazla ve lüks... Komşular, arkadaşlar ve akrabalar arasında bir yarıştır ki almış başını gidiyor.
Arabasına, evine, markalı kıyafetlerine göre değil, şahsiyetine, karakterine, ahlâkına göre toplumda itibar görenlerin öne çıktığı bir Türkiye’nin hasretindeyiz. Tüketime dayalı bir hayat tarzını kitlelere empoze eden dünya çaplı (küresel) şirketlere sahip ülkelerde, özellikle yüksek teknolojiye dayalı müthiş bir üretim kapasitesi olduğu göz ardı edilmemelidir. Ürettiğinden daha fazla tüketen toplumların hayatı taksitlendirildiği gibi geleceği de ipotek altındadır. Küresel dünyanın bize biçtiği rol; ürettiğinden daha fazla tüketmektir.
Üretken olmak
Üretmek; düşünmek, düşündükçe araştırmak, araştırdıkça yeni şeyler icat etmek demektir. Düşünür yetiştirmeyen toplumlar, hiçbir sahada üretken olamazlar. Üretmeyen toplum huzursuz, kendisiyle kavgalı, hep arayış içindedir fakat çıkış yolu bulamaz.
Tıkanmışlığın önünü açma yolunda akledenlerin varlığından rahatsız olan toplumun akıbetini başkaları belirler.
Düşünce üretmeyen toplum, bahane üretir; başarısızlığının müsebbibi hep başkalarıdır. Kendisine olan özgüveni kaybettiğinden dostlarına da güvenmez, onları küçümser, düşmanlarını ise devleştirir. Başkalarının başarı öyküsünü anlata anlata bitiremezken, kendisi mağdurları oynar. Kendisinden olan değerlere kıymet vermezken, hayranlığı başkalarınadır. Akledenlerin aklına hayrandır ama kendisi akletmesini bilmez.
Üretken olmayan toplumda düşünce sığ ve yataydır: Teferruatta boğulur, öze bir türlü inemez. İlerisini göremez; hep sağındaki ve solundakiyle cebelleşir, hasettir; kendini aşamadığından, yol almak isteyenlerin önünde engeldir.
Üretken toplum, alt kimlik engelini aşmış, onu basamak olarak kullanıp üstte buluşmuşken, tüketici rolü biçilmiş toplumda kimlikler kadar değerler de birer tüketim malzemesidir.