Hayır, “mademki” ile bilerek başlamadım. “Mademki ben bir insanım (Âşık Daimi)” kendi içinde derin anlam taşıyan ve yoruma muhtaç bir deyiş tarzı olduğu gibi, “Meğerki ben bir insanım” sözü de “meğerki” kelimesiyle daha farklı ve derunî (içten) bir anlam taşır. Konuşurken ve hele yazarken, kullandığımız kelime ve kavramların taşıdığı anlama (semantik) göre yerli yerine oturtamazsak, kendimizi ifade etmede zorlanır veya bizi dinleyen ya da okuyanlar, ne demek istediğimizden farklı anlam çıkarabilir.
Bir tarafım Habil, diğer tarafım Kabil’dir meğerki ben bir insanım... Bizim ihtilafımız o günden beri devam ediyor. İlahî ve beşerî bütün sistemlerin hedefinde, dolayısıyla merkezinde insan var. Dünyanın bütün sorunları insan kaynaklı olduğu gibi, hâl çareleri, çözüm yolları da insanla olur. A. Avanessian’ın, “Konflikt (İhtilaf)” adlı kitabının kapak yazısındaki şu cümle dikkatimi çekmişti: “Bugünkü toplumunun sorunlarını çözebilmek için yarının sorunlarını anlamamız lazım.” Yarının sorunlarını bugünden görebilecek ferasete sahip olabilmek için karşı karşıya olduğumuz sorunları bilmek gerekir. Meselâ, bizden sonraki nesilleri tehdit edecek sorunların başında çevre ve hava kirliliği veya temiz su sıkıntısı olacağını öngörmek; bugünkü tehlikenin farkında olmak demektir. Bu da yetmez! İnsan kaynaklı bu sorunların ortadan kalkması için öncelikli olarak “problem insan”dan çözüme gidilmelidir.
Yarınlara dair sözü olmadığından mevcutla yetinen fikrî, siyasî veya ideolojik hareketler, belli bir süre sonra tıkanır ve daha sonra da biter. Kendi dışındaki dünyanın değişim ve gelişmelerine bigâne kalamayan insanın arayış içinde olması, çözüm üretemeyen idareci/yönetici kadroyu rahatsız eder: Sorgulayan, eleştirenleri problem olarak gördüğünden, onları saf dışı bırakır.
Meğerki biz insanmışız...
Kendi sorunlarını çözemeyen bir toplum, arkadan gelen nesillerin geleceğini karartır. “İhtilaflarının ne olduğunu bana söyle, senin kim olduğunu sana söyleyeyim. (A. Avanessian, a.g.e)” sözü, fertler için geçerli olduğu kadar, toplumlar için de geçerlidir: Yakın akraba ve aile çevresindekilerle buluştuğunuzda, bolca şikayet ve dert dinlersiniz. Gelişmiş ülkelerin yazar-çizer kesimi kadar politikacısı da insanı merkeze alan; insan odaklı çözüm üretmeye çalışırken, bizim gibi “gelişmekte olan” ülkelerin aydın ve politikacı kesimi, problemi dile getiren insanın kendisini problem olarak gördüğünden onu ya ikna eder ya da bastırır. Almanya, İngiltere veya Fransa gibi ülkelerde “çokkültürlülük”, “yabancı düşmanlığı” ve çevre kirliliği gibi konular sıkça tartışılırken, bizde ise “terör”, “vatan haini”, “vatansever”, “hırsız”, “Suriyeliler” veya “hayat pahalılığı” gibi konular başlıca tartışma konularıdır. Onlar, uzay teknolojisi ve hidrojen enerjisini konuşurken, biz “ahmak”larımızı konuşuyor, “ahmaklığımız” üzerine tefekkür ediyoruz.
“Meğer” ya da “meğerki” sözcüğü, unutulmuş veya unutulmak üzere olan bir şeyin hatırlanmasında bize yardımcı olan bir görev taşıyor cümle içinde. Evet, insan olduğumuzu hatırlıyoruz: Bir tarafımız Habil bir tarafımız Kabil... Bir tarafımız İbrahim, bir tarafımız Nemrut, bir tarafımız Muhmammed, bir tarafımız Ebu Leheb ve meğerki biz insanız; bir tarafımız Hüseyin, bir tarafımız Yezid’tir. Bunu bilerek yola koyulmak ve insana nazar etmek gerekir ki, teşhisi doğru koyalım, düş kırıklığı yaşamayalım. İnsan’dan başlamaz ve insan’ı anlamazsak, insan kaynaklı sorunlarımızla baş edemeyiz.
Kendisinin ait olduğu mezhebi en hak olarak görenin aynı dine mensup insanlarla, en vatansever kendini görenlerin diğer vatandaşlarla, kendisinin ait olduğu etnik kökeni diğerlerinin üstünde tutanların başka milliyetlerle ihtilafı olduğunu anlayınca, karşınızdaki insanı daha yakından tanımış olursunuz.
Bu girdaptan nasıl çıkılır, Türkiye gibi bir ülkede bu (alt kimliklerle kendini tanımlayan) özelliklere sahip insan engelini nasıl aşabiliriz... İletişim kurmak kadar daha sağlıklı bir yol düşünemiyorum. Konuşacağız, birbirimizi anlamaya çalışacak ve bütün çıplaklığımızla yüzleşeceğiz. Sağlıklı iletişim sayesinde, insan olan öteki yüzümüzü, tarafımızı da tanımış olacağız. Yazarın da dediği gibi, “BEN iletişim kuruyorum, öyleyse BİZ varız.” Evet, ancak “başkalarıyla iletişim sayesinde biz asıl anlamıyla insanız.” (Herbert Pietschmann, Die Atomisierung der Gesellschaft) Fert olarak benim, seninle kuruduğum iletişim sayesinde “biz” olarak ortaya çıkar, varlık gösteririz. A. Erkilet de,“Varolmanın şartı, çevresiyle başa çıkabilmektir.” diyor. (Alev Erkilet, Toplumsal Yapı ve Değişme Kuramları)
İletişim sayesinde BİZ olabilmeyi ve kendini aşamayan insanlardan oluşan çevremizle başa çıkabilmeyi konuşmaya devam edeceğiz.
Not: Siz değerli okuyucularımıza yeni yılda sağlık ve huzur diliyorum.