Hepsini demek istemiyorum ama bazı konularda bildiklerimizi unutsak ne olur? Ne kaybederiz?...
Meselâ, “taşı toprağı altın vatan” diye başladığımız, “uğruna can feda” diye devam ettiğimiz vatan mefhumuyla ilgili ne biliyorsak tamamını belleğimizden silip atsak... Ölmekten artık yorulduğumuz bu topraklarda biraz da insanca, insan gibi yaşamaya başlasak... Ve bu topraklar bizi öldürmese, yaşatsa!... Yaşatması için sloganımız; “Toprağı yaşat ki canlı yaşasın, insanı yaşat ki vatan yaşanılır olsun!” diye haykırabilsek.
Meselâ, namazla niyazla, oruçla, hacla öğrenmeye başladığımız ve daha sonra beşli umdeyle şartlandırdığımız din anlayışımızı sıfırlayıp, ahlâk, adalet, ilim ve sevgi üzerine yeniden inşa ettikten sonra diğer ibadetleri daha bilinçli yapmayı öğrensek ve öğretsek...
Mülkün Gerçek Sahibi’ne mi yoksa mülk sahiplerine mi, Kudretin Yegâne Sahibi’ne mi yoksa güçlü olanlara ya da güce tapıp tapmadığımızı bir sorgulasak... Din bezirganlarıyla din âlimlerini ayırt edebilsek ve zarfa değil mazrufa bakabilsek...
Meselâ, şimdiye kadar insan üzerine, insanla ilgili bildiklerimizi, alışkanlıklarımızı yok sayıp, insanî değerlerimizde değişikliğe, yeniden ayarlamaya gitsek... Onun rengi, bunun ırkı, ötekinin dini, berikinin siyasî görüşü, bizimkiler, ötekiler ayırımına gerek duymadan, öncelikli olarak insan mı, değil mi, ona baksak...
Ve bunca çalkantıdan, kargaşadan, kavgadan ve felaketten ibret almayanlar, ders çıkarmayanlar, bari şu son deprem enkazının yıktığı insanlara uzanan insanlığı görebilecek göze, hissedebilecek yüreğe sahip olsalar, felaketin dili, dini, ırkı ve rengi olmadığını görmüş olacaklar.
Felaket; sağcı, solcu, Alevi, Sünni, Türk, Kürt ya da Arap ayırımı yapmadığı gibi, enkazın altındakilere uzanan eller, ağlayan gözler, titreyen yürekler de bu ayırımı yapmadı.
Bazen Yunan, bazen Ermeni, bazen İsrail, bazen de Alman kurtarma ekibiyle tek yürek olduk, birlikte sevinç ya da hüzün gözyaşları akıttık.
İç dünyamızda kopan zelzeleyle, yumuşak zemin üzerinde çürük kolonların ayakta tuttuğu binaların sarsıntıda çökmesi gibi, temelden zayıf, çağa söyleyecek sözü olmayan, değişen ve gelişen ülke ve dünya şartlarının gerisinde kalan fikirlerimiz, ideolojilerimiz de yerle bir olmalı! İşin ehli olmayan müteahitler misali, başımıza musallat olan sözde fikir babalarımız, önderlerimiz, ideologlarımızla da şimdi hesaplaşma zamanıdır.
Para ve güce tapan bir anlayışın ruhsuzlaştırdığı toplum olmuşuz meğer. Haram yiyene, “helâl olsun, iyi götürdü” demişiz meğer.
Seçimler yaklaşıyor, şimdi imtihan zamanı... Deprem felaketinden sonra bir de sosyal bir felaket yaşamamak için işi sadece ehline verme zamanıdır. Gerekirse bizim zihin düyamızdaki fay hatları da kırılsın artık! Gün ezber bozma ve ezberini bozma adına yeni şeyler söyleme zamanıdır.
Siyasetin dili çetrefilli, kaypak ve günübirliktir. Bizde siyaset, ötekileştirmek, bölmektir, rakibine çamur atarak kendini temize çıkarmaktır. Şimdi kucaklayan, birleştiren, açık sözlü, şeffaf, ehil ve dürüst siyasetçiye meyletme zamanıdır.
Bu sefer başkalarının hayatına mal olacak, devleti zarar sokacak, insanlara kötü örnek olacak çıkarlarımız doğrultusunda değil, vicdanımızın sesini dinleyerek hakkın ve haklının yanında yer alsak...
Şimdi “insan insanın düşmanı değil, dostu olmalı” şiarını bu topraklardan dünyaya yeniden haykırma zamanıdır!