Yer çekiminin kapsama alanında bulunan bütün kütleler, bu yörüngenin dışına çıktıklarında uzayın sonsuzluğunda kaybolup giderler. Bağlamından koparılan her söz de, yörüngesini terk etmiş bir cisim gibi boşlukta darmadağın olur; anlamsızlaşarak cazibesini kaybeder.
Asıl bağlamından çekip alınan sözü kendi emelleri doğrultusunda kullanan kişide, “Bencillik akla hükmeder, (…) ruh metalaşır, güç sahibi olmak için din bir araç olarak kullanılır. (Rüdiger Safranski/Das Böse)” Cebinizdeki paraya göz diken profesyonel bir sokak dilencisi, “Allah rızası için bir ekmek parası!” dediğinde, sizin en hassas duygularınızı istismar ediyor. Oyunuza talip olan özellikle bizim Şark tipi veya popülist politikacı da, bazen yerine getiremeyeceği vaatlerle, bazen de vatan gibi, din gibi millî ve dinî duyguları diline dolayarak sizi can evinden vurmaya çalışır.
Bir başka yazımda yine “Şehirli Derviş” romanımdan aşağıdaki bölümü alıntılamıştım:
“Bu gökkubbenin altında sözlerin en âlâsı binlerce defa dillendirildi. Maharet güzel sözler seslendirmekte değil, maharet; her güzel sözü eyleme dönüştürerek cazip hâle gelmesini sağlamaktır. Zira her güzel söz ancak güzel bir eylemle kıymetlenir.”
Tüketim toplumu sadece maddi tüketimle yetinmedi. Toplumun ortak değerlerini de tüketti, kutsallarının içini boşalttı. Kendi değerlerinden kopuş sürecine girmiş toplum, yörüngesini kaybeder. Küresel dünyada “bütün”leri önce parçalanır sonra zerreciklere ayrılarak kaybolur. Meselâ, aile mefhumu önce Batı’da çöktü, şimdi sıra bizde!
J. Baudrillard, her şey politik olduğunda artık hiçbir şeyin politik olmadığına ve politika sözcüğünün de anlamı kalmadığına ilaveten, “Her şey cinsel olduğunda artık hiçbir şey cinsel değildir ve cinsellik tüm belirlenimini yitirir,” diyor. (Jean Baudrillard, Kötülüğün Şeffaflığı, s.16)” Özellikle bizim gibi, toplumun hemen her kesiminin politikayla yatıp politikayla kalktığı ülkelerde her şey politik ya da politikayla doğrudan bağlantılı olduğundan, politik sözcüğü de bağlamından koparılarak ağırlığını kaybediyor. Diğer taraftan, cinsellik adına her şeyin açılıp saçıldığı bir ortamda, cinselliğin çekiciliği kalmadı artık. Olur olmaz yerde “aşkım aşkım” diye diye, bağlamından koparılan “aşk”, âşık olmanın çok ötesinde bir yerlere savruldu. “Porno sadece aşkı (Eros) değil cinselliği de yok eder. Pornografik teşhir cinsel hazda yabancılaşmaya yol açar. (B. Han, Şeffaflık Toplumu, s.28)”
Siyasal İslâm’ın, milliyetçiliğin ve Atatürkçülüğün olduğu yerde…
Siyasî/ideolojik anlamda ülkemizde; İslâmcılık, Milliyetçilik ve Atatürkçülük başlıkları altında toplayabileceğimiz, toplumun değişik kesimlerinden rağbet gören üç ana akım var. Her toplumda olduğu gibi, bizde de en çok neye rağbet varsa, en çok tüketilen ve istismar edilen şeyler de onlar oluyor. Bu ülkede gün geldi “Atatürkçülük” adına, gün geldi “İslâmcılık” ve “Milliyetçilik” adına baskılar, istismarlar ve haksızlıklar yapıldı. Siz buna “demokratlığı” da ilave edebilirsiniz. Eli silahlı terör örgütleri bile demokratlıktan ve demokrasiden dem vurur hâle geldi.
Bir şey sıkça dillendiriliyorsa, o “şey”den dolayı orada bir eksiklik ve istismar söz konusudur. Bu ülkede İslâm’a en çok zarar verenler İslâm karşıtları değil, siyasî İslamcılar olduğu gibi, Atatürkçülüğe ve milliyetçiliğe en çok zarar verenler de, Atatürk ve milliyetçilik karşıtları değil, bizatihi siyasî Atatürkçü ve siyasî milliyetçilerin tâ kendisidir.
Toplumun ortak değeri din, popülist siyasilere malzeme olduğunda Hilmi Yavuz’un siyasal İslâmcılığı, “eşinin başörtülü olmasına, Cuma namazında görünmesine ve meyhanede görünmemesine,” indirgemesi, herkesten önce “İslamcılar”ı düşündürmelidir. Ve Prof. Ahmet Aslan’ın, “Eğer bir yerde siyasal İslâm varsa (orada) din yoktur,” sözü geldiğimiz nokta itibariyle bir Türkiye gerçeğini yansıtıyor maalesef.
Birilerinin İslâm gibi, Atatürk gibi, milliyetçilik gibi ortak değerlerimizin içini boşaltmasına, aslî bağlamından koparıp siyasallaştırılmasına sessiz kalındığında, millet olarak varlığımız tehlikeye düşer.