Sağlık sektöründe ve bir de savunma sanayiinde dışa bağımlı olmayan bir ülke, her yönüyle kalkınmış/sanayileşmiş sayılır. Çünkü her iki saha da ilmî gelişmeye atbaşı olarak kimya ve yüksek teknolojinin imalatı olan makina sanayiine sahip olmayı gerektirir.
Gerektiğinde düşmanı “yok etmek” gayesiyle kurulan savunma sanayiinin aksine, sağlık sanayii, insanı yaşatmak için kurulmuştur. Ülke olarak kendinizin geliştirip imal edemediği sağlıkla ilgili cihazları diyelim ki, Türkiye gibi, dışarıdan satın aldınız. İnsanınıza sağlıklı bir hizmet verebilmek için iş bununla bitmiyor: Sağlık kuruluşlarında istihdam edilmiş kişiler de, sorumluluklarını hakkıyla yerine getirmelidirler.
İnsanı hasta eden hastanelerimiz
Nasıl ki ülke çapında dengeli sanayileşmeyi gerçekleştirememişiz; sağlık sahasında da bu dengesizlik, iyi sağlık hizmeti veren hastanelerin ve doktor muayenehanelerinin belli merkezlerde toplanması olarak karşımıza çıkıyor. Bu da hastalar için eziyet ve ek masraf demektir. İnsanına değer veren ülkeler, hastabakıcı ve doktor açığını kapatmak için dünyanın dört bir yanından yetişmiş elemanı ülkesine çekerken, biz de elimizdeki doktor ve hemşirelere, “Giderse gitsin!” diyerek yolu açmışız.
Fenalaşan hastamızı apar topar ilimizdeki devlet hastanesine götürüyoruz. Ayakta durmakta zorlanan hastamızla birlikte önce bazı formaliteleri yerine getirdikten sonra “acil”e girdiğimizde; temizlikçi, hemşire, doktor, güvenlik ve hasta yakınlarının iç içe girdiği bir kaotik ortamda kendimizi buluyoruz. Herkes doktorun başına üşüşmüş durumda. Hastanızın neyi var neyi yoksa, orada bulunan herkes dinliyor. “Özel hayatın gizliliği,” diye bir kurala kimse riayet etmiyor. Hastane tuvaletleri tek kelimeyle iğrenç! Devlet de Doğu Anadolu’ya üvey evlat muamelesi yapıyor: Bazı tıbbî cihazların yanısıra, uzman doktor eksikliği yüzünden yüzlerce kilometre uzaklıktaki şehirlere götürülen hastaların bazıları ne yazık ki yollarda can veriyor.
Doktorun yazdığı reçeteyi eczaneye verdiğinizde bir torba dolusu ilaçla dönüyosunuz. Çoğu gereksiz olduğundan ya çöpe gidiyor ya da bilinçsiz hastanın midesi ilaç çöplüğüne dönüşüyor.
Hastamıza bu sefer daha iyi bakılsın diye özel bir hastaneye götürüyoruz. Gerekli tıbbî müdaheleden sonra kısa süreli hastaneye yatırıyoruz. Sabahleyin karşılaştığım hastane personelinin beşerî münasebet yavanlığı, köpük tabakta verilen kahvaltıyla örtüşüyordu: Yanında bir bardak çayın bile verilmediği “kahvaltı”nın resmini çekerek hastanenin en yetkilisine çıkıyorum: Bu ülkenin en fakir kahvaltı sofrası bile bundan daha zengin. İdam mahkûmlarının kahvaltı tabağı da bundan daha kötü olamaz! Neticede hastaya daha iyi muamele yapılsın diye para karşılığı verilen hizmet böyle mi olmalıydı? Yönetici özür diliyor, bin bir dereden sugetiriyor. Fakat inandırıcı değil.
Yaptığı inşaatın malzemesinden çalan müteaahit misalî, bizim gitiğimiz bazı özel hastaneler de personelden ve yemeklerden çalıyor anlaşılan.
Eğitilmemiş personel
Eğitimsiz bir toplumun insanlarının eğitimsizlikleri, araba sürücüsünden, memuruna, kasiyerinden, hemşiresine kadar, hayatın her sahasında çok büyük bir insanî eksiklik olarak göze çarpıyor. Aynı binada oturanlar karşılaştıklarında birbirinden yüz çeviriyor. Alışveriş yaptığınız marketin kasiyeri yüzünüze bakmadan paranızı alıyor. Hastanedeki hemşire hastalarına bir tebessümü bile çok görüyor.
Anadolu’nun ulu ozanlarından Pir Sultan Abdal’ın, “Selâmsız sabahsız gelir geçersin/Âşık muhabetten niçin kaçarsın” deyişinin son mısrası, “Böyle midir ilinizin töresi?” diye sormadan edemiyor. Gerçekten bizim, aramızdaki selamı yaygınlaştırmayı tavsiye eden bir inanç kültürü, gelenek hangi postmodernist çıkarlara feda edildi?
Sağlık karinesi bozuk devlet
Diğer devlet kurumlarında olduğu gibi, hastanelerde de temzlikçi ve güvenlikçiden geçilmiyor. Özel hastaneler, ticarî bir kuruluş olduğundan, insan sağlığı üzerinden daha çok kazanmayı amaç olarak, insanı da bu gayeye hizmet eden araç olarak görür. Bu ülkede insanların önemsediği inanç (din) ve bir de hayatî öneme sahip insan sağlığı üzerinden rant elde etmeyi amaç edinenler, insanı araç olarak kullanırlar.
Hâlbuki bu topraklarda asırlardan beri “insanı yaşat ki devlet yaşasın” dediğimizin aksine, insanı bazen devlet, bazen de şahsî ya da grup çıkarları uğruna harcadık ve harcıyoruz. Bu hayatta kutsal olan insandır. İnsanını kutsamayan, sağlığına gerekli yatırımı yapmayan bir devletin sağlık karinesi bozuktur.